Bismillahirrrahmanirrahim.
İnsana asıl fakirlik ve zenginlik sonradan arız olur. “Lehu mâ fîs semâvâti ve mâ fîl ard” (Bakara, 255) Mülk, saltanat sadece ve sadece Allah’a aittir. Allah, insana ikazda bulunuyor. Sen hiçbir şeyin maliki değilsin, diyor. İnsan, ervah âleminden bir geçiş alemi olan dünya âlemine geliyor. Ve doğarken fakir, hiçbir şeyi yok olarak doğuyor. Üzerine bez sonradan örtülüyor. Doğarken hiçbir şey bilmiyor, bilgi sonradan hâsıl oluyor. İnsan bu dünyadan da toprağın bağrına giriyor. Kabir denilen o kapıdan geçerek, toprağın rahminden başka bir âleme geçiyor. Bu geçiş sırasında mülk, saltanat, zenginlik arızi bir durumdur.
İnsana sonradan verilen her şey, sadece ve sadece O’nundur, Allah’a aittir. Allah Teâla kendisini “Allah; hayy, kayyum ve mülkün sahibi olarak” tanıtıyor. Bedenlerinizin de maliki Allah Teâlâ’dır, beden size emanettir. Mülkiyeti sizin değildir, o yüzden istediğinizi yapamazsınız. Eğer mülkiyet sizin olsaydı, beden hakkınız olacaktı. İnsanın hakkı olsaydı kendi ile beraber götürebilmesi gerekirdi. Fakat insan dünyadan giderken kendisine sonradan verilen her şey kendisinden alınıyor. Malı, mülkü burada kaldığı gibi bedeni de burada kalıyor. Eğer bunların mülkiyeti kendine ait olsa ve kendinden alınsaydı, haksızlık yapılmış olurdu. Allah Teâlâ haksızlık yapmaz.
İnsan, duygularına da hâkim değildir. Ancak Allah Teâlâ’nın yetki verdiği ölçüde tasarruf hakkına sahiptir. İnsana belli bir meşruiyet dairesi çizilmiş, bu dairede kullanma yetkisi verilmiştir. Duygu için de, mal için de, beden için de böyledir. Onun için intihar, dinen haramdır. Çünkü mülk o kişinin değildir. Başkasının mülkünü yetkisinin dışında kullanmış olur ki böylece yetki sınırlarını aşmış olur.
İnsanın mülk edinme hakkı vardır. İnsan dünyada hakkı ile çalışırsa, ter dökerse verilen şeyleri Allah yolunda harcar ise o zaman mülk sahibi olur. Yani hak ederek o şeyin tapusunu alır. O zaman benimdir, diyebilir. Dünyada verilen şeyleri eğer baki olan şeyler için harcarsa artık o şey onun mülküdür. Ama fani olan bir şey için kullanırsa yetki sınırının dışına çıkıyor ve mülkiyet insana ait
olmuyor.
İnsan, Allah’ın huzuruna gittiğinde kendisinden bu dünya, bu yaşam alınacaktır. O gün mülkiyetin tapusunu alabilmek için Allah’ın ona verdiği zaman, beden, mal, mülk, duyguların Allah’ın arzu ve istekleri doğrultusunda kullanmış olması gerekir. O zaman mülkiyetini kazanır. İnsan, amel-i salih işlerse; dünyayı salahiyetine, olgunlaşmasına, mülk edinmesine vesile olacak yollarda kullanırsa elbette ki mülkiyetin hakkını da alacaktır. “ve ma tukaddimu li enfusikum min hayr” (Müzemmil, 20) Yarın siz Allah’ın huzuruna geldiğinizde kendinizden evvel gönderdiğiniz amellere rast geleceksiniz. Yani onlar dünyada kalmıyor. Onlar, ahirete sizden önce gönderilmiş oluyor. Amel-i salihlerin Allah nezdinde büyük bir karşılığı olduğunu göreceksiniz. Zayi olmadığını göreceksiniz.
Örneğin bir eviniz vardı. Siz onu Allah rızası için kullandınız. Projeyi Allah’a sunmuşsunuz. Bu, bir dilekçedir aslında. Allah’ın huzuruna yarın geldiğiniz zaman bunların hepsini inşa edilmiş olarak göreceksiniz. Ama kat kat fazlası ile “şer” yolunda adım atmış iseniz de bunlarla inşa edilen şey, yıkım için bir dilekçe gibidir. Bu sefer inşa edilen şeyleri de siz yıkmış olursunuz. Kötü duygulara sahip olursanız, bunlar yıkım için verilen dilekçeler gibidir. Bunların başında haset gelir. Haset, cennetiniz için inşa edilen ne varsa hepsini yakıp kül ediyor.
Duyguların bu noktada müthiş bir tesiri vardır. Bir gram yahut bir gramdan daha az yani miskali zerre, atomcuk kadar bir hayır işlediniz fakat bunu çok yoğun bir muhabbet ve samimiyet duygusu ile yaptınız. Bir de büyüklüğü dağlar kadar ama duygudan mahrum, ihlastan, muhabbetten mahrum; içine riyakarlık girmiş olan bir amel işlediniz. İşte o miskali zerre amel ile cesameti dağlar kadar olan amel mizanda, mahşer terazisinde kefelere bırakıldığında miskali zerre olan amel ve ibadetler çok daha ağır basacaktır. Bunlar, hadisi şerifin ifadeleridir. İnsanın kurtuluşuna vesile olan amellerin, duygular ile bütünlük arz etmesidir. Samimiyet, muhabbet, ihlas duyguları var ise insanın amelini tetikliyor, bedenini tetikliyor. Gerçek duygu sahibi insanların bedeni de gerçek bir çalışmanın içine giriyor. O şey duyguların şahitliğini yapar. Onun için Rabbül Âlemin, niyeti amele dökmemizi istiyor ki amel içimizdeki bu halis niyete şahitlik etsin. Şahitlik yoksa, amel yoksa niyetten şüphe etmek lazım. O zaman nefs bizi kandırıyor, demektir.
Ve sallallahu aleyhi vesellem…

Yorumlar
Yorum Gönder