Ana içeriğe atla

Kayıtlar

#biyografi etiketine sahip yayınlar gösteriliyor

O VE BEN

O ve ben diye başlıyor kitap. ‘O ve Ben’… Kitabı okuyanlar görecektir ki kitapta Necip Fazıl'dan bir eser kalmamıştır. Yani Necip Fazıl bu kitabında O’nu ve kendisini anlatır. Asıl olanı kitabın sonunda görüyoruz ki zahiri Necip Fazıl'dan eser kalmaz ve yalnızca O kalır. Bir nevi  fenâ hali. ( burada fena olmak mevzusuna değindiğimiz yazının linkini kullanacağız) O diye hitap ettiği kendisinden bahsettiği kişi onun mürşidi, rehberi,  öğreticisi,  hocası olan Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleridir. Kitap, biyografi niteliğinde bir eser olup Necip Fazıl, kendi hikayesini, kendi ölçüsünü, kendi yaşamını anlatır. Bu yaşamı ise O’nun üzerinden anlatır. Çünkü O olmadan önceki hayatını yaşanmamış saymıştır.  “Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum  Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” Bir insanın gafletten uyanışı, kendini bilişi, kendine gelişi, kendinin farkında oluşu aslında o insanın bir doğumu hükmündedir.  Biz buna bir *‘Seyru sülûk’ hika...

HİKMETLİ SÖZLER

Bismillahirrahmanirrahim Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri, üstadı Üftade Hazretleri'nin hizmetinde talebe iken, arkadaşları arasında, üstadının yanında ayrı bir yeri vardı. Üftade Hazretleri, talebeleri arasında en çok onunla ilgilenir, çokça iltifatlar eder ve onun yetişmesine ayrı bir ihtimam gösterirdi. Bir gün Üftade Hazretleri, talebelerini imtihan etmek istedi. Hepsini huzuruna çağırarak ellerine birer bıçak ve birer de tavuk verip “Bunu gidip kimsenin görmediği bir yerde kesip geleceksiniz. Tek şartım keserken kimse sizi görmesin, yalnız olun. Kim daha çabuk gelirse, benim takdirimi kazanan talebem olur.” buyurdular. Bıçakla tavuğu alan talebeler süratle yayıldılar ve kendilerine göre gizli bir yer bularak, tavuklarını kesip getirdiler. Fakat Hüdayi Hazretleri hayli zaman olmasına rağmen ortalıkta görünmüyordu. Bir zaman sonra elinde canlı tavukla çıkageldi. Tavuğu kesip gelenler ona gülmeye başladılar “Bir tavuğu kesmeyi becerememiş!” diyorlardı. Üftade Hazret...

İZ BIRAKANLAR

NABİ... ASIL ADI YUSUF OLAN ŞAİR NABİ,   1642 YILINDA URFA’DA DOĞAR.   , URFA’NIN TANINMIŞ AİLELERİNDENDİR. IYİ BİR EĞİTİM GÖRMÜŞTÜR. ARAPÇA’YI VE FARSÇA’YI ÇOK İYİ BİLİR. DEVRİNDE “ SULTANÜ’Ş-ŞUARA “ DİYE ANILMIŞTIR. VARLIK KAPISINA ULAŞMAK VE LÜTUFLA MUAMELE GÖRMEK İÇİN İNSANIN ÖNCE “YOKLUK” ELBİSESİNİ GİYMESİ GERE KTİĞİNİ İFADE EDEREK  ARAPÇA VE FARSÇA’DA “YOK” ANLAMINA GEL EN  “NA” VE “Bİ” KELİMELERİ Nİ  KULLANARAK “HİÇLİK-YOKLUK” MANASINA  GELEN “NÂBİ” MAHLASINI  KULLANIR. ŞAİR  NABİ,  1666 YILINDA 24 YAŞINDAYKEN İSTANBUL'A GELİR.  İSTANBUL’A İLK GELDİĞİ ZAMANA DAİR ŞU HADİSE ANLATILIR:  (HAYATİ İNANÇ) TASAVVUF TERBİYESİ DE GÖRMÜŞ OLAN PEYGAMBER ÂŞIĞI NÂBÎ, ALTI OSMANLI PADİŞAHININ HÜKÜMDARLIĞINA TANIKLIK ETMİŞ VE TÜM BU PADİŞAHLAR TARAFINDAN SEVİLİP DESTEKLENMİŞTİR. NÂBİ SADECE İYİ BİR ŞAİR DEĞİL, ÇOK GÜZEL BİR SESE DE SAHİPTİR VE 'SEYİD NUH' MAHLASIYLA BESTELER YAPMIŞTIR. KAYNAKLARIN BELİRTTİĞİNE GÖRE NÂBÎ HOŞSOH...

HİKMETLİ SÖZLER

Bismillahirrahmanirrahim Halis, bir şeyin karışması muhtemel olan şeye, başka şeyin karışmaması demektir. Bu yapılan şeyin temiz ve karışıksız olmasına da ihlâs adı verilir. Yüce Allah buyuruyor ki: "Size onların karnındaki pislik ile kan arasından, içenlerin boğazlarından   kolaylıkla geçen sade bir süt içiriyoruz” (Nahl suresi 66. âyet) Sütün gerçekten halis ve temiz olması; kan, idrar ve pislikler  gibi inekten çıkmış olmasına rağmen ona hiç bir şeyin karışmamış olmasıdır. Şirk, ihlâsın tamamen zıddıdır. Halis olmayan müşriktir. Şirkin açığı ve gizlisi olduğu gibi, ihlâsın gizlisi açığı vardır. İhlâs ve şirkin mekânı kalptir. İhlâs veya şirk oluşu gaye ve niyete göre anlaşılır. Halis, sadece Allah rızası için niyet ederek yapılan amellere denir. İlhad ise haktan uzaklaşarak gösteriş, riya ile yapılan amellere denir. Bunlar "Ey riyakâr, ey sahtekâr, ey ortak koşan, ey küfreden” isimleriyle kıyamet günü çağrılırlar. Bunlar Allah'a yakınlık amacıyla hareket ettikleri ...

HAFTANIN FİLMİ

KARPUZ KABUĞUNDAN GEMİLER YAPMAK                                                                                                                             “yazmak zorundaydım yoksa çıldıracaktım.” Rilke   Bu haftaki filmimiz bir Ahmet Uluçay filmi. Kimdir Ahmet Uluçay? Nam-ı diğer Ahmet abi! Kütahya’nın Tepecik köyünde yaşayan ve burada vefat edecek olan Ahmet abi, küçüklüğünden beri gölgeler ve ışık üzerinde ve bunun bir sihir olduğunu hissederek çocuk zihniyle merak etmiş,   1960’ larda ilkokuldayken gezici sinemanın köylerine gelmesiyle, Ahmet abinin tanımlamasıyla; fotoğrafların gımıldayıvermesi, onun en büyük heyecanı olmuştur. İki kafadar arkadaşıy...

HİKMETLİ SÖZLER

Bismillahirrahmanirrahim. Çok sevdiği bu topraklardan cebren hicrete mecbur edilen Allah Resulü (s.a.v), Mekke'den ayrılırken yaşlı gözlerle şehre dönerek şöyle buyurmuştu: "Allah'ın yarattığı şeyler içinde en çok sevdiğim yer sensin. Eğer buranın halkı beni (zor­la) çıkarmasaydı, ben kendiliğimden çıkmazdım." Mekke binlerce yıldır kalbinde eşsiz bir cevheri, Allahu Teâlâ'nın evini taşımaktaydı. Kâbe'nin bulunduğu şehirden ayrılmak onun manasını en iyi bilene, en iyi hissedene ağır geldi. Mekke'nin kalbi Allah'ın evi ise ya mümin kulun kalbi Allah katında nedir? Bu kalbin hakikatini şöyle ifade etmişler: "Mevlana Halid-i Bağdadî Hazretleri Mekke'ye gittiğinde Kâbe'yi tavaf ettikten sonra oturup Kâbe'ye bakıyordu. O sırada karşısında sırtını Beyt'e vermiş birinin ona baktığını gördü. Kalbinden "Ya Rabbî! Bu adam sırtını Kâbe'ye vermemesi gerektiğini âlimlerden hiç duymamış mı?" Dedi. O mübarek zât da onu yanına ...

HAFTANIN KİTABI

HIZIRLA KIRK SAAT “Dost ol kişidir ki, öldürülmesi muhakkak ve mukarrer olan gecede Peygamber-i Ekber’in yatağında yatar, O’na Şah-ı Velayet denir. Dost ol kişidir ki, Yar-ı Gar’dır. Kucağında mübarek bir emanet vardır. Bütün delikleri elbisesinden muhtelif parçalarla tıkar, son deliğe tabanını dayamıştır. Kucağındaki mübarek emanet, uyumayan uyanıklık içinde uyur görünmektedir. Oradan Ebu Bekr’i yılan sokar. Dost son deliğe tabanını, taban gibi görünen gönlünü uzatandır, gönlü ile orayı tıkayandır.”   Bir yolculuk kitabıyla tanıştırmak isterim sizi. Yerin altını ve üstünü, geceyi ve gündüzü, hüznü ve mutluluğu, Nil’i ve Atlantik bahrını, Batının korosu ve doğunun sahralarını içine alan ve yürümenin hiçbir şekilde izah bulmadığı bir yolculuk kitabı.   Üstad Sezai Karakoç bu kitabını yazarken kırk gün boyunca aynı çay bahçesinde aynı masada oturmuş, karşısında Hızır (a.s) ile bir muhabbete gark olmuştur. Karşısında Hızır (a.s) varmış ve onunla beraber bir yolcu...

İZ BIRAKANLAR

NECİP FAZIL KISAKÜREK...  “ALNINDA, ALLAH’I ARAMAK MEMURİYETİNİN İLAHÎ IŞIK PÜSKÜRTÜSÜYLE DOĞAN VE BÜTÜN ÖMRÜ BOYUNCA DA, KALABALIKLARDAN BU IŞIĞIN DELALETİYLE AYRILAN” BÜYÜK DAVA VE TEFEKKÜR ADAMI...   DOĞDUĞU GÜNÜN VEFAT ETTİĞİ GÜNDEN BİR SONRAKİ GÜNE DENK GELİŞİYLE ‘DOĞMADAN EVVEL ÖLÜNEN VE ÖLDÜKTEN SONRA DOĞULAN’ BU HAYATA GELİŞİMİZİN HAKİKİ VE YEGANE GAYESİNİ İHTAR EDEN BÜYÜK İNSAN... EFENDİSİNİN NAZARI KENDİSİNE DEĞDİĞİ ANDAN İTİBAREN, KENDİSİNİ “YAŞANMAYA DEĞER HAYATI” CEMİYET VE DEVLET ŞEKLİNDE NAKIŞLANDIRMAK BORCU ALTINDA HİSSETMİŞ VE BU UĞURDA BİR ÖMÜRLÜK “ÇİLE”NİN ŞİİRİNİ YAŞAMIŞTIR. 17. YÜZYILDA YAŞAMIŞ NÂBİ’DEN SONRA SULTANÜ’Ş ŞUARA (ŞAİRLER SULTANI) ÜNVANINI TAŞIYAN TEK KİŞİ OLAN ÜSTAD NECİP FAZIL YALNIZ ŞAİR DEĞİL AYNI ZAMANDA ÇOK BÜYÜK BİR YAZAR, AKSİYON ADAMI, MÜTEFEKKİR, DAVA İNSANI VE DERVİŞTİR.. 26 MAYIS 1904 TARİHİNDE İSTANBUL’DA BÜYÜK BİR KONAKTA VARLIKLI BİR AİLEDE DÜNYAYA GELMİŞTİR. EVİN TEK OĞLUNUN TEK OĞLUDUR VE BÜYÜKBABASININ HER DAİM...