Ana içeriğe atla

DİYARBAKIR HZ.SÜLEYMAN(ra) CAMİİ

Halid oğlu fatih- Amid Süleyman Hazreti

Kim yirmi dört sahabeyle olup bundan şehit

Kubbenin altında meftundur sahabe cümlesi

Bu müşerref yerde mesken kıldırlar vekt-i medid


Hz. Süleyman(r.a.) Camii, Nasiriyye Camii, Murtaza ve Paşa Camii olarak bir çok isimle bilinmektedir.Minaresindeki kitabelerden anlaşıldığı üzere Nisanoğlu Ebul Kasım tarafından 1155-1160 yılları arasında yapılmıştır.Ebul Kasım rüyasında Hz.Süleyman(r.a.)'ın kendisine "Üzerimiz ne zamana kadar açık kalacak?" dediğini görmüştür.Bu rüyadan çok etkilenen Ebul Kasım hemen harekete geçmiştir.Camii İç Kalede Oğrun Kapının güneyindeki burcun kenarında yer alır.En önemli özelliği Hz. Ömer(r.a.) döneminde Diyarbakır'ın fethinin burada başlamasıdır.Osmanlı döneminde Halid Bin Velid'in (r.a.) oğlu Süleyman ile Araplar tarafından alınışı sırasında şehit düşen diğer sahabelerin burada yattığı Meşhed bulunmaktadır.Sahabelerin burada olması burayı bir ziyeretgah haline getirmiştir.
 Camii ve yanında ki Meşhed 1631-1633 yılları arasında Vali Silahytar Murtaza Paşa tarafında esaslı bir onarım görmüştür.Eğimli bir arazi üzerine kurulan camii , farklı dönemde yapılan yapılarla bir topluluk haline gelmiştir.Batısında Sahabeler Türbesi, namazgah ve çeşme bulunmaktadır.Kuzeyinde ise türbe ve çeşmeye yer verilmiştir.Yapının mimarı bilinmemektedir.Kuzey-güney doğrultusunda dikdörtge plan şemasında inşa edilen cami oldukça sadedir.Cami, sahabeler türbesi, namazgah, hare minaresi ve çeme dizisinden oluşan yapı topluluğudur.
Işık Ordusu Diyarbakır'da.Acaba ismi neden Işık Ordusu?Mekke'nin fethedilmesinin üzerinden henüz 9 yıl geçmişti.Amid olarak bilinen şehir, sahabe döneminde Şam'a bağlı idi.Peygamberimizin(s.a.v.) Hendek Savaşı'nda,hendek kazarken ilk vuruşta, kayanın üçte biri kopar.Hz. Peygamber(s.a.v.):"Allahu Ekber! Bana Şam'ın anahtarları verildi.Şu anda Şam'ın kırmızı köşklerini görmekteyim." buyurur.Peygamberimizin(s.a.v.) bu müjdesinin Diyarbakır'ı feth etmenin bir işareti olacağı belirtilmektedir.
İyaz bin Ganem ve Halid bin Velid (r.a.) 'in komuta ettiği ordu Diyarbakır Kalesi'nin önüne geldi.Ordunun içerisinde sahabelerden oluşan bin kişilik bir kuvvet bulunuyordu.Kuşatma 5 ay sürdü.
Onlar, her gönle Allah(c.c) sevgisini anlatmak için yola çıkmış ışık orduları.Yanlarında çölün sussuzluğu, ekmeğin kıtlığı, karşılarında aşılması zor sur sıradağları vardı.Surlar bütün çabalara rağman aşılmaz ve aylar birbirini kovalarken zaman, kutlu ay ramazana denk gelir.Savaşan askerler oruçlarını ihmal etmez.Onaların komutanı olan Halid bin Velid(r.a.)'de orucunu her gece çadırına bırakılan ekmekle tutar.Bir gece sahura kalktığında, sahur için bırakılan ekmeği göremez.Ertesi gece de sahurda yiyecek bir şey yoktur.Üç gün devam eden bu durum karşısında , ordunun erzağı bittiği için kendisine sahurda bir şey getirilmediğini düşünerek sahursuz oruç tutar.Her sahurda erzak getiren askere"Erzakımız mı bitti?" diye sorar.Asker erzakın yeterli olduğunu söyleyince'Neden sahurda kendisine üç gündür bir şey bırakılmadığını sorar. Asker de her gece ekmek bıraktığını belirtir.
Durumdan şüphelenen asker, neler olduğunu anlamak için gece sahurda her zaman ekmek bıraktığı yere Halid bin Velid'in[râ] ekmeğini bırakır, olacakları gizlendiği yerden beklemeye başlar. Sonsuzluğun sahibi, yarının tek hâkimi olan Allah hep sevdikleri ile beraberdir. Gece çadıra gizlice bir köpek girer. Ekmeği kapıp uzaklaşır. Nöbetçi asker köpeği takip eder. Köpek ağzında ekmekler Diyarbakırla doğru yönelir. Irmağı geçerek surların altından bir delikten içeri girer. Nöbetçi asker bu deliği keşfetmiştir. Durumu Hz. Halid bin Velid'e(ra ) bildirir. Köpeğin surlar altından geçtiği delik az daha genişletilebilirse, içeriye askerin sızmasının mümkün olacağı anlaşılır.

Hemen bir plan yapılır. Gece askerler içerisinden seçilecek bir grup köpeğin geçtiği delikten geçerek, surlardan içeri sızacak, surların kapısını açacak, islam orduları da açılan kapıdan içeri gireceklerdir. Plan güzel bir plandır. Lakin zordun içeri girmek,  yakalanmak, öldürülmek vardır. Ancak onlar ölümü sevgiliye kavuşmak olarak algılamışlardır. Herkesin merak ettiği bu fedakâr insanlar kim olacak diye   beklenirken, Halid Bin Velid(ra)oğlu Süleyman'ın  yanına bir grup sahabe verir. Buldukları küçük bir gediği biraz daha açarak girerler içeriye. Gedik küçüktür. Ancak, yapılacak iş için büyük bir adımdır.

Gecenin rengine burunmüş bu sevda erleri, surların kapısını açarlar. Ancak, kapı açılana kadar, Hz. Süleyman(ra) ve yirmi yedi arkadaşı sonsuzluk kervanına katılırlar..Cami bitişiğinde, Osmanlılar döneminde yapılan Halid Bin Velid'in oğlu Hz. Süleyman  ile Diyarbakır'ın İslam orduları tarafından alınışı sırasında şehit düşen diğer sahabelerin yattığı şehitlik bulunmaktadır. Hz. Süleyman  dâhil, 27 Sahabe bu bölgede, 13 Sahabe ise surların farklı bir yerinde şehit olmuştur. Yaralanan Sultan Sa'sa'nın da 6 ay sonra şehit olmasıyla birlikte, bölgeye toplam 41 sahabe defnedilmiştir.

Cami hakkında yaşanan şu hadise de bizlere ne denli değerli olduğunu muhteşem bir şekilde göstermiştir. Allah dostlarının büyüklerinden Mevlâna Halid Zülcenaheyn Hazretleri bir seferden dönerken, Hz. Süleyman Camii'ne namaz kılmak için gelmiş. Camiye adımını atar atmaz geri çekilmiş. Geri dönüp cami avlusunda namazını kılmış. Kendisine "Namazı neden avluda kıldınız?" diye soranlara verdiği cevap enteresan ve bir o kadar da manidardır. "Orada o kadar çok şehit bir arada idi ki, onları incitmektense dışarıda kılmayı tercih ettim." Ayrıca Mevlâna Halid-i Bağdadi Hazretleri kendi yazmış olduğu Farsça eserinde ayakların basamayacağı kadar yani yüzlerce şehit sahabeden bahseder. Kendi ifadesiyle: "Bu topraklarda o kadar çok sahabe var ki ben bu topraklara basmaya hayâ ediyorum." der.

   Diyarbakır'ın Müslümanlar tarafından fethinden günümüze kadar önemini kaybetmeyen ve halkın maneviyat âleminde değerini fazlasıyla koruyan bu sahabe türbeleri, Diyarbakır'ın manevi sembolü olup yılda 100.000 kişi tarafından ziyaret edilmektedir. Gökte yer alan yıldızlar, Hz. Süleyman Camii'nin yüreğine inmişlerdir. Onların ışığı, karanlığa inat, aydınlık isteyenlere hâlâ yol gösteriyor. Ateşe inat, hâlâ sığınılacak en güvenli serinlik olmaya devam ediyor.
Bizlere gelince biz mi? Yolumuzu kırk bir yıldızın parladığı şehre düşürmenin zamanı geldi de geçiyor bile...




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

O VE BEN

O ve ben diye başlıyor kitap. ‘O ve Ben’… Kitabı okuyanlar görecektir ki kitapta Necip Fazıl'dan bir eser kalmamıştır. Yani Necip Fazıl bu kitabında O’nu ve kendisini anlatır. Asıl olanı kitabın sonunda görüyoruz ki zahiri Necip Fazıl'dan eser kalmaz ve yalnızca O kalır. Bir nevi  fenâ hali. ( burada fena olmak mevzusuna değindiğimiz yazının linkini kullanacağız) O diye hitap ettiği kendisinden bahsettiği kişi onun mürşidi, rehberi,  öğreticisi,  hocası olan Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleridir. Kitap, biyografi niteliğinde bir eser olup Necip Fazıl, kendi hikayesini, kendi ölçüsünü, kendi yaşamını anlatır. Bu yaşamı ise O’nun üzerinden anlatır. Çünkü O olmadan önceki hayatını yaşanmamış saymıştır.  “Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum  Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” Bir insanın gafletten uyanışı, kendini bilişi, kendine gelişi, kendinin farkında oluşu aslında o insanın bir doğumu hükmündedir.  Biz buna bir *‘Seyru sülûk’ hika...

Berât (ﺑﺮﺍﺋﺖ )

Berât  ( ﺑﺮﺍﺋﺖ   )  Enfâl Suresi 24. Ayet Sözlükte; temize çıkmak, aklanma anlamlarında kullanılır. Şaban Ayının on dördünü on beşine bağlayan gecesi  Berât  Gecesidir. Bu  gecede, Kuran -ı Kerim  Levh -i Mahfuzdan dünya semasına indirilmiştir. Buna inzal denmiştir. Kadir Gecesinde ise Efendimize parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denmiştir.    Bakın bu gece için İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri ne demiştir: Yazılır halkın berâtı gelince Berât Gecesi Ger hayâtı ger memâtı gelince Berât Gecesi Cennet kapısını açarlar âleme rahmet saçarlar Mümine hulle saçarlar gelince Berât Gecesi Mümin nârdan berî olur Hakk'dan yüce ihsân olur Kâfir nâre dâhil olur gelince Berât Gecesi Hakkı Hakk rızasını bulur her kim bu şeb namaz kılur Duâlar müstecâb olur gelince Berât Gecesi

HAFTANIN KİTABI

HIZIRLA KIRK SAAT “Dost ol kişidir ki, öldürülmesi muhakkak ve mukarrer olan gecede Peygamber-i Ekber’in yatağında yatar, O’na Şah-ı Velayet denir. Dost ol kişidir ki, Yar-ı Gar’dır. Kucağında mübarek bir emanet vardır. Bütün delikleri elbisesinden muhtelif parçalarla tıkar, son deliğe tabanını dayamıştır. Kucağındaki mübarek emanet, uyumayan uyanıklık içinde uyur görünmektedir. Oradan Ebu Bekr’i yılan sokar. Dost son deliğe tabanını, taban gibi görünen gönlünü uzatandır, gönlü ile orayı tıkayandır.”   Bir yolculuk kitabıyla tanıştırmak isterim sizi. Yerin altını ve üstünü, geceyi ve gündüzü, hüznü ve mutluluğu, Nil’i ve Atlantik bahrını, Batının korosu ve doğunun sahralarını içine alan ve yürümenin hiçbir şekilde izah bulmadığı bir yolculuk kitabı.   Üstad Sezai Karakoç bu kitabını yazarken kırk gün boyunca aynı çay bahçesinde aynı masada oturmuş, karşısında Hızır (a.s) ile bir muhabbete gark olmuştur. Karşısında Hızır (a.s) varmış ve onunla beraber bir yolcu...