Peygamber Efendimiz 🌹(sav) nasıl bir gençlik görmek istiyorsa; bizde Islamiyete yakışan neferlerden olmak niyetiyle kurduğumuz bu NUN Gençliğinde ahlaki ve imani olarak birbirimizi ayakta ve diri tutma mücadelesi vermeye çalışan bir grup genciz...
Bu Blogda Ara
HAFTANIN FİLMİ
KARPUZ KABUĞUNDAN GEMİLER YAPMAK
“yazmak
zorundaydım yoksa çıldıracaktım.” Rilke
Bu haftaki filmimiz bir Ahmet Uluçay filmi. Kimdir Ahmet
Uluçay?
Nam-ı diğer Ahmet abi! Kütahya’nın Tepecik köyünde yaşayan
ve burada vefat edecek olan Ahmet abi, küçüklüğünden beri gölgeler ve ışık
üzerinde ve bunun bir sihir olduğunu hissederek çocuk zihniyle merak etmiş, 1960’ larda ilkokuldayken gezici sinemanın
köylerine gelmesiyle, Ahmet abinin tanımlamasıyla; fotoğrafların
gımıldayıvermesi, onun en büyük heyecanı olmuştur. İki kafadar arkadaşıyla ,
ilerleyen zamanda, köyde doğru dürüst elektriğin olmadığı imkanlarda, bir
kamera bulup onu geliştirerek bir çok kısa film çekmişler ve bu kısa filmlerle
ödüller almışlardır. Köy yerinde eşi Ayşe Hanımın ifade ettiği gibi herkes
onları hor görmüş, aklı bir karış havada olan bir kişi olarak Ahmet Uluçay’ı
tanımlamış ama eşi ve çocukları ona hep destek olmuşlardır. İlk birincilik
ödülünü alırken, ‘Hayatım boyunca sinemaya yapacağım diye ona ciddi sıkıntı ve
fakirlik yaşattığım için bu ödül eşim Ayşe’nindir’ der . Mücadelesi hep sinema
olmuş uğraşı hep o noktada ilerlemiştir Ahmet Uluçay’ın. Kendisini ve ailesini
ciddi bir fakirliğin ya da sıkıntının içine atsa da en büyük destekçisi,
senaryolarını ilk onlara okuduğu ailesi olmuştur. Kitaplarla ve özellikle
şiirlerle arası çok iyi olan yönetmen, köy ortamında ciddi manada teknik
sıkıntılar yaşamalarına rağmen bir çok kısa filmi çekmişler; özellikle
‘Minyatür Kozmosda Rüya’ her daim beni tekniğiyle ve hissiyatıyla etkileyen
bambaşka bir kısa filmdir. Sevdası uğruna deli olanlardandır Ahmet abi. Sinema
yapmasaydım intihar ederdim der. Hayatın gayesine ve amacına, sevdasına
kilitlenmiş bir yönetmendir kendisi.
Karpuz kabuğundan gemiler yapmak da bu noktada Ahmet abi’nin
bir otobiyografisi gibidir. Köyde yaşayan iki arkadaşın fotoğrafları
gımıldatmak için verdikleri bir uğraştır. Sahnelerin dokusu, yakın planlar,
köydeki zihniyetin verilmesi, çocuk zihninin aslında kocaman bir perdeye
dökülmeye çalışılması; Ahmet abi’nin büyük düşünce atlasına götürür bizi. Her
defasında yapamadıkça, fotoğrafları gımıldatamadıkça, pes etmeden yola devam
eden aynı zamanda da bir gönül sevdasına tutunan bir ana karakter; yani iki
sevdanın bir kalpte yer edinmeye ve savaşmaya başlamasının filmi. Filmin seyri
bizi hem güldüren hem samimi hissettiren hem de yönetmenin bazı korku
imgelerinden etkilendiğini bildiğimiz ve bunu bize hissettirdiği sahnelerle
çevrili. Hayatını anlamlandıramayan insan ne yapar ki? Hayatında ne yapınca
insan hakiki manada mutlu ve huzurlu olur?Sorularının en samimi anlatımlarından birisi. Ahmet Abi’nin kısa
filmlerini ve Ahmet abiyi yakından tanımak isteyenler için birkaç video ve bazı
kitapları bu yazının altında paylaşacağız. Bir güzel insanı tanımak, bir
yönetmeni tanımak bizlerde bir çok pencere açsın ve bizleri yeniden ‘Ben ne
yapıyorum?’ ‘Bu dünyadaki amacım nedir?’ ve bence en önemlisi ‘Bir derdim var
mı bu hayatta’ ;-ki bu dert ontolojik manada kullandığımız bir kelimedir-
sorularının cevaplarını bulmaya teşvik etsin.
O ve ben diye başlıyor kitap. ‘O ve Ben’… Kitabı okuyanlar görecektir ki kitapta Necip Fazıl'dan bir eser kalmamıştır. Yani Necip Fazıl bu kitabında O’nu ve kendisini anlatır. Asıl olanı kitabın sonunda görüyoruz ki zahiri Necip Fazıl'dan eser kalmaz ve yalnızca O kalır. Bir nevi fenâ hali. ( burada fena olmak mevzusuna değindiğimiz yazının linkini kullanacağız) O diye hitap ettiği kendisinden bahsettiği kişi onun mürşidi, rehberi, öğreticisi, hocası olan Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleridir. Kitap, biyografi niteliğinde bir eser olup Necip Fazıl, kendi hikayesini, kendi ölçüsünü, kendi yaşamını anlatır. Bu yaşamı ise O’nun üzerinden anlatır. Çünkü O olmadan önceki hayatını yaşanmamış saymıştır. “Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” Bir insanın gafletten uyanışı, kendini bilişi, kendine gelişi, kendinin farkında oluşu aslında o insanın bir doğumu hükmündedir. Biz buna bir *‘Seyru sülûk’ hika...
Berât ( ﺑﺮﺍﺋﺖ ) Enfâl Suresi 24. Ayet Sözlükte; temize çıkmak, aklanma anlamlarında kullanılır. Şaban Ayının on dördünü on beşine bağlayan gecesi Berât Gecesidir. Bu gecede, Kuran -ı Kerim Levh -i Mahfuzdan dünya semasına indirilmiştir. Buna inzal denmiştir. Kadir Gecesinde ise Efendimize parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denmiştir. Bakın bu gece için İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri ne demiştir: Yazılır halkın berâtı gelince Berât Gecesi Ger hayâtı ger memâtı gelince Berât Gecesi Cennet kapısını açarlar âleme rahmet saçarlar Mümine hulle saçarlar gelince Berât Gecesi Mümin nârdan berî olur Hakk'dan yüce ihsân olur Kâfir nâre dâhil olur gelince Berât Gecesi Hakkı Hakk rızasını bulur her kim bu şeb namaz kılur Duâlar müstecâb olur gelince Berât Gecesi
HIZIRLA KIRK SAAT “Dost ol kişidir ki, öldürülmesi muhakkak ve mukarrer olan gecede Peygamber-i Ekber’in yatağında yatar, O’na Şah-ı Velayet denir. Dost ol kişidir ki, Yar-ı Gar’dır. Kucağında mübarek bir emanet vardır. Bütün delikleri elbisesinden muhtelif parçalarla tıkar, son deliğe tabanını dayamıştır. Kucağındaki mübarek emanet, uyumayan uyanıklık içinde uyur görünmektedir. Oradan Ebu Bekr’i yılan sokar. Dost son deliğe tabanını, taban gibi görünen gönlünü uzatandır, gönlü ile orayı tıkayandır.” Bir yolculuk kitabıyla tanıştırmak isterim sizi. Yerin altını ve üstünü, geceyi ve gündüzü, hüznü ve mutluluğu, Nil’i ve Atlantik bahrını, Batının korosu ve doğunun sahralarını içine alan ve yürümenin hiçbir şekilde izah bulmadığı bir yolculuk kitabı. Üstad Sezai Karakoç bu kitabını yazarken kırk gün boyunca aynı çay bahçesinde aynı masada oturmuş, karşısında Hızır (a.s) ile bir muhabbete gark olmuştur. Karşısında Hızır (a.s) varmış ve onunla beraber bir yolcu...
Yorumlar
Yorum Gönder