Rabbil Âleminin mahlûkat içerisinde en sevdiği zât Resulü Ekrem’dir (s.a.v). Rabbil Âlemin öyle ifade ediyor ki “Siz şayet muhabbet yolunu tercih ederseniz, muhabbet yolu ki abdin bana ulaşacağı en kısa, selametli, mükâfatı bol olan bir yoldur. Bu muhabbet yolu nereden geçer? Mahlûkat arasında benim en sevdiğim olan Resulü Ekrem’e (s.a.v) ittiba etmekten geçer. Resulü Ekrem ki (s.a.v) siz onun için varsınız. Şayet o olmasa idi siz ‘hiç’ olmuş olacaktınız. Kâinat ki onun için vardır. Cennet ki onun için vardır. Bunlardan en önemlisi siz şu an varsanız onun için varsınız.” İttiba nasıl olur? İttiba elbette ki Resulü Ekrem’e (s.a.v) aşırı bir muhabbet duymakla, aşk derecesinde olur. İnsan âşık olunca iradesinin dışında maşukun tabiatına, karakterine bürünür. Hatta hâli, tabiatı, içyapısı yavaş yavaş maşuk kim ise maşukun haline bürünür. Rabbil Âleminin en sevdiği zât olan Resulü Ekrem’in (s.a.v) haline bürünen insan, elbette ki Allah nezdinde o da mahbup olur. Resulü Ekrem (s.a.v) nezdinde mahbup olur.
Resulü Ekrem (s.a.v), Sahabe-i Kiramın bulunduğu mecliste şu ifadeyi kullanıyor: “Keşke o kavuşma günü gelse de ben kardeşlerime kavuşsam.” Sahabe-i Kiram bu sözün, bu iltifatın evvela kendilerine söylendiğini zannediyorlar. Bunun üzerine Sahabe-i Kiramdan biri “Ya Rasulallah, zaten sizin huzurunuzdayız. Siz ‘o gün gelsin’ derken neyi kastediyorsunuz?” Resulü Ekrem (s.a.v): “Benim kastettiğim sizler değilsiniz. Sizler benim ashabımsınız, dostlarımsınız. Kardeşim dediğim kişiler, ileride aramıza zaman ve mekân girdiği halde beni göremedikleri için gönüllerindeki bana olan aşk o kadar yoğun olacak ki o aşkın neticesinde şunu diyecekler: “Ya Rabbi, keşke biz Resulü Ekrem’i (s.a.v) bir kereliğine mahsus şu dünya hayatında görseydik de buna karşılık Allah bizim malımızı, canımızı alsa idi.” Yani aşkları o kadar yoğun olacak ve her şeyin üstüne çıkacak ki bunu diyecekler. İşte beni bir kereliğine mahsus görmeye canlarını ve mallarını feda eden o kardeşlerime bir an evvel kavuşsaydım, buyuruyor.
Allah-u Teâlâ ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur:"De ki: Eğer Allah ́ı seviyorsanız, bana tabi olunuz ki Allah da sizi sevsin." (Al-i İmran; 31) Allah-u Teâlâ, Habib' ine böyle demesini emir buyurmaktadır. Hz Peygamber (SAS) ́i sevmek, herkese farzdır. Zaten, Allah-u Teâlâ’yı sevmek de buna bağlıdır. Allah-u Teâlâ' nın sevgili Peygamberini sevmedikçe, ona uymadıkça, Allah-u Teâlâ' yı sevmek saadeti ele geçmez. Saadete kavuşmak isteyen kimse, bütün adetlerini, ibadetlerini ve alışverişlerini, kısaca tüm yaşamını O' na benzetmeye çalışmalıdır. Resulü Ekrem’i tanımadan sevemeyiz O’nu tanımak için de hilye-i şerifini, siyerini sık sık okumalıyız.
İnsan ne kadar Resul-u Ekrem’e yakın olursa o kadar Kuran-ı Kerim’e yakın olur ve kendini haramlardan daha fazla muhafaza eder.
Hz. Ayşe (RA) validemiz şöyle anlatmıştır: “Rasulullah (SAS) geceleri ayakları yarılıncaya kadar ayakta durur, ibadet ederdi. Ona: “Senin geçmiş ve gelecek günahların bağışlandığı halde bunu niçin yapıyorsun?” Dedim.” Bana:
“Ben de şükreden bir kul olmayayım mı?” buyurdu. (Buharı, Müslim) Hz Ayşe (RA) ‘ Resulü Ekrem bazen geceleri öyle aç kalırdık ki karnına sancı girerdi, geçmesi için karnını ovardı’ buyuruyor. Acaba
bizler böyle ibadet edebilir miyiz? Resulü Ekrem dünyayı hiç sevmezdi. Kendisine gelen hediyeleri derhal başkasına sadaka olarak verirdi.
Onlar hiç tok olmadılar, tokluk Resul-u Ekrem zamanından sonra çıktı. Allah-u Teâlâ bizden verdiği nimetlerin hakkını muhakkak soracak. ‘Siz açtınız ben sizi doyurdum, size sağlam beden verdim, nimetler verdim. Verdiğim nimetleri nasıl kullandınız’ diyecektir
Örneğin ‘muhabbet’ sizin elinizdedir. Onu kullandığınız yere göre ya ceza alırsınız ya da mükâfat alırsınız. Beden, akıl, mantık, hepsi öyledir. Bir mümin Allah’a, Resulüne, ölüme iman etmiş ise; ölümden sonra dirilişe, haşra iman etmiş ise Allah’ın verdiği bu nimetleri dünyada israf etmez. Bir insan kendisine verilenleri sırf dünya için kullanırsa durumu şuna benzer: Serseri bir genç düşünelim. Kendisine muazzam bir servet bırakılmış. Bu genç sarhoş bir şekilde gece âlemine dalıp zevk-ü sefa peşine düşerek kendisine bahşedilen o sermayeyi tüketir ve sarhoş halde yaptığı bu işten de mağrur olur. Sizler şu dünyada Allah’ın verdiği o muazzam sermayeyi sarhoşça, heva ve nefsinizin arkasından koşarak harcarsanız, Allah’ı bilmezseniz, manevi bir sarhoşluk yaşarsanız, yarınınızı düşünmezseniz sizin haliniz işte o gencin haline benzer. Bu gecenin muhakkak bir gündüzü vardır. O gündüz geldiğinde bin bir pişmanlık yaşamak var, perişan olmak var.
Seyda-i Taği (k.s) buyurur ki: “Size verilen dakikalar, saatler, günler, aylar; bunların her birisi öyle değerli yakutlardır ki onları bu âlemde boşu boşuna, heva ve nefsin peşinde harcarsanız ömrünüz boyunca ağlasanız yeridir.” İşte böyle; bir gün değil, bir saat değil, bir dakikasını dahi kişi boşuna harcadığı zaman hayatı boyunca ağlasa yeridir. Saadat-ı Nakşibendî’nin Allah’a, Resulüne, ahirete olan inançları bu seviyededir. Her an Allah’ın huzuruna çıkacak gibiler. Ecel gizlidir; bir saat içinde mi, bir hafta sonrası mı, bir ay sonra mı belli değil. Böyle olduğu için Allah buyuruyor ki her an temkinli olun, her an tevbe-istiğfar içinde olun, kirli kalmayın. Tevbe ettiniz ama nefsinizden emin değilsiniz; inanıyorsunuz ki nefs sizi yarın bir daha aldatacak, bir daha günaha sevk edecek. Buna rağmen insanın tevbe etmesi lazımdır. Tevbe etti ve insan tekrar günaha girdi, yine tevbe etmesi lazım mı? Evet, lazım.
En zirve, en pahalı cevher, muhabbet cevheridir. Sahabe-i Kiram’ın (r.anhüm) başının tacı olan cevher, muhabbet cevheridir. Onların Resulü Ekrem’den (s.a.v) aldıkları en güzel cevher, muhabbettir. Muhabbet o kadar baha biçilemez bir cevherdir ki Seyda Fadlullah (k.s) “Muhabbet, mizana bırakıldığı zaman sevabı ölçülemez.”buyuruyor. Onun içindir ki Resulü Ekrem (s.a.v) Sahabe-i Kiram (r.anhüm) üzerinden ümmetine şu mesajı veriyor: “Kişi sevdiğiyle beraberdir. Kişi sevdiğiyle haşr olur.” Kalp bu dünyada kime meyletmişse, kimi sevmişse ahirette onunla haşr edilecek. Onun için Resulü Ekrem (s.a.v) buyurur ki “Kim bir kavme (topluluğa) benzemeye çalışırsa o, onlardandır.” Aynısı olmasına gerek yok, taklit etmekle de olsa kişi mübarek bir taifeye benzemeye çalışırsa onlardandır. Bir insan da kazandığı muhabbet vasıtasıyla muhabbet duyduğu kişiye benzemeye çalışır. Muhabbet, taklit ettirir. Muhabbet demek; müteşebbih demek, kendisini benzetmek demek. Muhabbetle birlikte böyle bir benzeme kime oluyorsa siz onlardan sayılacaksınız. İnsan; mübarek, nurani bir taifeye muhabbet vasıtası ile benzerse Resulullah’ın (s.a.v) müjdesine binaen o kişi onlardandır. Muhabbet öyledir ki insan seviye seviye benzemeyi bırakır benzemeye çalıştığının aynısı olur. Kişi sevdikçe tabiatı, hali, karakteri değişir; ruhu değişir. Ruh değiştikçe ruh-u muhammediye dönüşmek suretiyle onda fani olur.

Yorumlar
Yorum Gönder