Ana içeriğe atla

kurtuluşun yolu nereden geçer?


Bismillâhirrâhmnirrahîm. Elhamdulillâhi Rabbil Âlemîn. Vessalâtü vesselâmü alâ seyyidinâ Muhammedin ve ala âlihi ve sahbihi ecmaîn.


İmanı yenilemek lazım. “La ilahe illallah”ı sadece dil ile değil gönülle de izah etmek lazım. İman çok hassastır. Peygamberimize (s.a.v) yapılan ufak bir saygısızlık imanı götürür. Muhammed ne kadar pis bir insandır, denirse neuzibillah o mülahazada iman gider.
Peygamberimiz (s.a.v) “Ey Ömer, Ey Ebubekir-i Sıddık siz beni ve Allah’ı kendinizden, evladınızdan, dünya malından daha fazla sevmediğiniz müddetçe imanın libasına hakiki anlamda bürünemezsiniz.” buyurmuştur. Her şey O’nun etrafında dönmektedir. Nereden biliyoruz? Nefs kötü bir şey; Allah’ı bilme adına bizim için küçük bir numune. Ama takılıp kalınmamalı, biraz onun karakterine bakılmalı. Kötü anlamda değil. Nefs her şeyi kendisi için ister.
Vesvese bir anlamda kötü bir anlamda iyidir. Bir vesvese, tedbir alınmazsa; insanın kalbinde aklında ruhunda hep yara açar. Günah da öyle ama günahın arkası küfre kadar gider. Şeytanın insana maksadı iyilik yaptırmak değildir. Üç safhanın arkasında onu küfre sevk etmek ister; insan onun için aslında bir avdır. Tuzak vardır burada. Günah yok aslında onu günaha bulaştırmaktır maksadı. İlk başta iradenize hâkimsiniz, düşünmezsiniz. Maksadı içki ile karıştırmak olmaz ama bir fırsatını bulup içki ile karıştırır. Bu birinci safhada aralarında bir üflet oluşur. İkinci safhada üflet hadisesi muhabbete dönüşür. Üçüncüde tiryakilik hâlini alır; vazgeçilmez olur. Dördüncüde şeytan vesvese yapar “Allah’a karşı yüzün kızarmıyor mu? Allah’a imanın var. Bilmiyor musun içki içmenin cezası cehennemdir.” İnsan, bu vesvese karşısında şöyle söylemeye başlar “Vallahi ben biliyorum ama ne yapayım? Keşke şu haramın karşılığı cehennem olmasaydı.” Bu bir temennidir başlangıçta. Temenniler edilirken sokakta dinlediği biri dese ki “Efendim, içki içmek cehennemi gerektirmiyor.” Ona inanır ve neuzibillah ayeti inkâr eder. Hani televizyona biri çıkar “Namazsızlık o kadar büyük ceza değildir.” der. Aslında o dördüncü safhaya gelmiştir; fakat temenni onu o tarafa çeker. Bu şeyleri bildik, öğrendik; ama nasıl uğraşacağız? Biraz gayret. Seyda Fadlullah’ın (k.s) ifadesi ile “Allah bu nimetleri bana vermiş ise şu talebelerin hatıratına binaen.” vermiştir. “Allah beni muhafaza etmiş ise şu üç tövbe edenin hatırına binaen.” Allah sizi muhafaza etsin.
Siz dine yardım ederseniz Allah da sizlere yardım eder. Büyükler şöyle buyurmuşlardır:
“Kurtuluşun yolu kurtarmaktan geçer.”
“Ey iman edenler Allah’tan korkun ve sadıklarla beraber olun.” (Tevbe:119) Korkmaktan kasıt, yarın varmış gibi hazırlığınızı yapın; hiçbir şey yokmuş gibi davranmayın. Cehennem denilen bir gerçek var. Yarın ölecekmiş gibi davranın, korkmak budur. Allah’a ulaşma noktasında vesilelere de tutunun. Sonra mücahede. “Sadıklarla beraber olun.” Her iman eden sadıktır, denilmez. Sadıklar ayrı bir husustur. Her mümin sadakat makamında değildir. Beraberlik ya zahiri ya da manevi olur. Gönül rabıtası zahiren çok daha kolay olan bir yoldur. Peygamberimizin (s.a.v) en yakınları O’ndan (s.a.v) istifade etmemiştir. Bu kadar hadiseden sonra Allah huzurunda görmedim bilmedim duymadım diye mazeret kalır mı? Peygamberlerden birinin Hz. Cibril ile münasebeti vardı. Bir gün ona “Senden bir şey isteyeceğim kabul eder misin? Geceleyin birden bire karşıma çıkmanı hiç sevmiyorum. Önce bana haber ver.” der. O da “Tamam inşallah.” der. Aradan yıllar geçince tekrar karşısına çıkar. Bunun üzerine o zât “Ey Allah’ın meleği! Hani söz vermiştin bana haber verecektin?” der. Melek bunun üzerine “Ben sana iki elçi gönderdim. Saçının beyazlığı bir de sakatlığın, hastalığın.” diye karşılık verir.
Bu verilen süreyi çok iyi kullanın, deniliyor. Zira ölüm gemisine binip dünyadan ayrıldığınız zaman uzun bir yola çıkacaksınız. O upuzun yolda zahireye çok ihtiyacınız olacak. Amel adına. Daha dünyada iken zahirenizi almaya gayret edin. Büyükler diyor ki
“Dünya; yokluk âleminden varlık âlemine gidilecek yolda gelen geçenler için kurulmuş bir pazardır. Bu altmış yıllık zamanı çok iyi değerlendirin. Daha bu gemi o sahilden ayrılmadan. Sırtınızda bulunan

yükünüzü de hafif tutun çünkü ileride bir dağ var. Orada o dağa tırmanmak zorunda kalacaksınız. Yükünüz ağır olursa tırmanamazsınız.”
Allah sizi sürekli görüyor, gözetiyor. Hâl hareketinizi kaydediyor. Onun için ibadet ederken ihlaslı olun. Bütünüyle O’nun mülahazasına bürünüp kalbinize Allah mülahazası dışında başka bir mülahaza katmayın.
Ölümden önce nefsinizi öldürmeden bir birim elde edemezsiniz. Ayetlerin ifadesince; bir kısmınız dünya hayatı bitti, insanlar öldü, hesap görüldü, der. Hep maadi zirvesi. Bir kısmınız şu an cennette bir kısmınız cehennemde, der. Gelecek kesin ise ihtiyarlamanız, ölmeniz kesin ise olmuş bitmiş, sayfalar kapanmış. Bir kısmınız sekeratı yaşamış, hesaba tutulmuş, Allah’ın huzuruna çıkmış. Ya cennet ya da sonsuz zindan. Hakikat, ölümle gözünü açmadan önce tul-i amel ile dünya adına neyi planlıyorsunuz, neyi programlıyorsunuz? Ne kadar ameliniz varsa o kadar gafilsiniz demektir. Peygamber (s.a.v) “Maksatlarınız bitmez zira arzularınız ebediyete bağlı bir şekilde yaratılmıştır.” buyurmaktadır. Arzu, istekleriniz öbür tarafa uzanıyor. Farkında olun olmayın faninin içerisinde dünyayı dahi ararken hakikatte ebedi olan Allah’ı arıyorsunuz; ama farkında değilsiniz. Faniyi ararken hakikatte ebediyi arıyorsunuz. Onun için Şah-ı Nakşibend (k.s) , İmam-ı Gazaliler (k.s) diyorlar ki “Biz bu yol ile Allah’a ulaştık. İşaret edilen prensiplerle ama bu prensipleri siz elde edemezsiniz. Size ulaşan, size yön veren o hissiyat ve akıl şeytandan mı kaynaklanıyor, Rahman’dan mı geliyor? Peygamber (s.a.v) çok büyük herkes istifade eder; ama siz nakızsınız, acizsiniz. Size gelen o ilhamatı şeytan da yapabiliyor. Rahman’dan mı şeytandan mı bilebilmeniz adına bir kedi dahi olsa âlim-i rabbanilere müracaat edin.”
Güneşe dahi bakmaktan aciziz. Gözlerimiz kamaşır. Peygamber (s.a.v) ve büyük Sâdâtlar da öyle. Onlardan ilhamat muhakkak gelir; ama biz nâkızız, şeytan ve nefs de var. İnsan neyin hak neyin batıl olduğunu bilme adına var olan prensipleri uygular. Ancak hayatta olan ve izin almış bir zâttan istifade edebilir. Allah muvaffakiyetler versin inşaallah.
Nefs bizi kandırmasın. Bakın biz kitaplara inanıyoruz. Fıkıh kitabına inanıyoruz İmam Şafi, İmam Ebu Hanife. Ne diyorlarsa namazımızı öyle kılıyoruz. İslam üç esas üzerinde kılınmıştır: fıkıh, akaid ve tasavvuf. Biri çıksa dese ben Peygamberi (s.a.v) gördüm. Peygamber (s.a.v) dedi ki şunu şöyle yapma, buna inanıyorsun. Peygamber (s.a.v) şu an kendisini gösterse dahi böyle yok, kitaplara iman edeceğiz. Diyeceğiz ki bu, nefsin bir kandırmacasıdır. Şeytan bizi kandırıyor, kitaplara müracaat edeceğiz. Benim hissiyatım aklım bana böyle diyor. Senin aklına da hissiyatına da iman etmedik. Biz Allah’a Peygambere iman ettik. Ve onun dili ile aktarılan kitaplara iman ettik. Biz putları bıraktık. Aklımızın putunu bıraktık. Mantığımızın, hissiyatımızın putunu bıraktık. Ama akıl selim ise bizi hakikata ulaştırıyorsa. Akıl selim ise nefsten, şehvetten arınmıştır. Yoksa akıl vasıtasıyla gelen ilhamatın, hissiyat ile gelen hissin kaybolma ihtimali de var. Bu ilhamat Rahman’dan da gelebilir şeytandan da. Eğitmenin huzurunda insan onu ayırt edebilir. Tasfiye buralarda geçer.
Dünya bize dar geliyor, bize yetmiyor. Dünya dar yaratılmıştır. Cennet ise bize gene dar gelecek; yani bin tane huri binlerce dönüm arazi. Dünya kadar şeyleri insan elde edecek ama gene gözü yukarıdaki tabakada olacak. Çünkü ruh kılıfından çıkıyor. Yani aynı anda yüz milyon yerde olabiliyor. Aynı anda yüz binlerce zevki tadabiliyor ama buraya hapsedilmiş. Ölüm ile vücutla olan iletişim kesilir. Allah iletişimi buraya vermiştir. Vücutla olan iletişimin kesilmesi. Bundan sonra her yerde irtibatın sağlanması başlar. Azaba maruz kaldığı zaman çok daha fazlası olur. Her yerden nüfuz edilir ona.

Allah muvaffakiyetler versin inşaallah.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

O VE BEN

O ve ben diye başlıyor kitap. ‘O ve Ben’… Kitabı okuyanlar görecektir ki kitapta Necip Fazıl'dan bir eser kalmamıştır. Yani Necip Fazıl bu kitabında O’nu ve kendisini anlatır. Asıl olanı kitabın sonunda görüyoruz ki zahiri Necip Fazıl'dan eser kalmaz ve yalnızca O kalır. Bir nevi  fenâ hali. ( burada fena olmak mevzusuna değindiğimiz yazının linkini kullanacağız) O diye hitap ettiği kendisinden bahsettiği kişi onun mürşidi, rehberi,  öğreticisi,  hocası olan Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleridir. Kitap, biyografi niteliğinde bir eser olup Necip Fazıl, kendi hikayesini, kendi ölçüsünü, kendi yaşamını anlatır. Bu yaşamı ise O’nun üzerinden anlatır. Çünkü O olmadan önceki hayatını yaşanmamış saymıştır.  “Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum  Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” Bir insanın gafletten uyanışı, kendini bilişi, kendine gelişi, kendinin farkında oluşu aslında o insanın bir doğumu hükmündedir.  Biz buna bir *‘Seyru sülûk’ hika...

Berât (ﺑﺮﺍﺋﺖ )

Berât  ( ﺑﺮﺍﺋﺖ   )  Enfâl Suresi 24. Ayet Sözlükte; temize çıkmak, aklanma anlamlarında kullanılır. Şaban Ayının on dördünü on beşine bağlayan gecesi  Berât  Gecesidir. Bu  gecede, Kuran -ı Kerim  Levh -i Mahfuzdan dünya semasına indirilmiştir. Buna inzal denmiştir. Kadir Gecesinde ise Efendimize parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denmiştir.    Bakın bu gece için İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri ne demiştir: Yazılır halkın berâtı gelince Berât Gecesi Ger hayâtı ger memâtı gelince Berât Gecesi Cennet kapısını açarlar âleme rahmet saçarlar Mümine hulle saçarlar gelince Berât Gecesi Mümin nârdan berî olur Hakk'dan yüce ihsân olur Kâfir nâre dâhil olur gelince Berât Gecesi Hakkı Hakk rızasını bulur her kim bu şeb namaz kılur Duâlar müstecâb olur gelince Berât Gecesi

HAFTANIN KİTABI

HIZIRLA KIRK SAAT “Dost ol kişidir ki, öldürülmesi muhakkak ve mukarrer olan gecede Peygamber-i Ekber’in yatağında yatar, O’na Şah-ı Velayet denir. Dost ol kişidir ki, Yar-ı Gar’dır. Kucağında mübarek bir emanet vardır. Bütün delikleri elbisesinden muhtelif parçalarla tıkar, son deliğe tabanını dayamıştır. Kucağındaki mübarek emanet, uyumayan uyanıklık içinde uyur görünmektedir. Oradan Ebu Bekr’i yılan sokar. Dost son deliğe tabanını, taban gibi görünen gönlünü uzatandır, gönlü ile orayı tıkayandır.”   Bir yolculuk kitabıyla tanıştırmak isterim sizi. Yerin altını ve üstünü, geceyi ve gündüzü, hüznü ve mutluluğu, Nil’i ve Atlantik bahrını, Batının korosu ve doğunun sahralarını içine alan ve yürümenin hiçbir şekilde izah bulmadığı bir yolculuk kitabı.   Üstad Sezai Karakoç bu kitabını yazarken kırk gün boyunca aynı çay bahçesinde aynı masada oturmuş, karşısında Hızır (a.s) ile bir muhabbete gark olmuştur. Karşısında Hızır (a.s) varmış ve onunla beraber bir yolcu...