Ana içeriğe atla

MANEVİ FETİH




Manevî Fatih: Akşemseddin. 
Sinesinde birçok evliya ve Allah dostu barındıran İstanbul'un fethi esnasında bile tasavvuf mayasıyla yoğrulduğunu görüyoruz. 
Bugün İstanbul'un Fethini anarken Fatih Sultan Mehmet'i anıp Akşemseddin Hazretlerinden bahsetmemek olmaz. Çünkü II. Mehmet'i Fatih Sultan Mehmet yapan odur. Fatih'in hocası, rehberi, mürşidi ve her daim yardımcısıdır.   
Fatih Sultan Mehmet hocasını her daim yâd ederdi ve ondan aldıklarını, ondan öğrendiklerini, onun maddi-manevî yardımlarını her zaman dile getirirdi. Bu yüzden Akşemseddin Hazretlerini anmadan olmaz. Akşemseddinsiz Fatih Sultan Mehmet olmaz. Fatih'i kutlu güne kadar yetiştiren o, fetih zamanı yanında olan o, her daim desteğini sunan o idi...
 Fetih sırasında II.Mehmet'e mektup yazarak onu desteklemiş, cesaretlendirmiştir. Aynı zamanda çocukları ve müridleri ile birlikte fetihe katılmıştır. 
 Fâtih Sultan Mehmed Han, fetihten sonra hocası Akşemseddin’e, son taarruzun başladığı sırada; “ Fakîh Ahmed” diyerek Fakîh Ahmed’den himmet taleb etmesini söylediğini hatırlatarak; 
Fakîh Ahmed kimdir ki; tazarru ve niyâz eyledim? Himmetini istedim? Allahü Teâlâyı tazarru etmiş olsa idim evlâ değil mi idi?” diyerek, sebebini sordu.  
Hocası Akşemseddin bu suâle; 
“O sırada Fakîh Ahmedkutbsâhib-i tasarruf idi.” cevâbını vererek, Allahü teâlânın yardımını, onun vâsıtasıyla ve onun bereketi ile gönderdiğini ve onun da himmet ettiğini söylemiştir.  
Akşemseddîn hazretlerinin “Fakîh Ahmed” dediği kendisi idi. Fakat tevâzuunun çokluğundan şöhretten kaçıp, kendisini gizleyerek böyle konuşmuş, gâyet ârifâne bir tavır takınmış olduğu rivâyet edilmiştir. 
(İslam Ansiklopedisi) 
 İstanbul fethedildiği zaman şehre Akşemseddin Hazretleri ile birlikte giriş yaparlar. Şehir halkı Akşemseddin'i padişah sanarak ona çiçekler verir. Akşemseddin Hazretleri, Fatih Sultan Mehmet'i işaret ederek: "Padişahınız odur. Çiçekleri ona veriniz" der. 
Buna karşılık Fatih Sultan Mehmet ise şunu söyler: "Evet padişah benim ama benimde sultanım odur. Çiçekler onun hakkıdır" 
 Şimdi sultanlar sultanına bir bakalım kimmiş? 
Asıl adı Şemseddin Muhammed b. Hamza'dır. Şam'da doğmuştur. Şeyh Şehabeddin Sühreverdi'nin torunlarından Şeyh Hamza'nın oğludur. Baba tarafından soyu Hz. Ebu Bekir'e dayanır. 
Fetihten sonra Ayasofya'da ilk cuma namazında hutbeyi okur. Ebu Eyyub el Ensari Hazretlerinin kabrini keşfeder. 
Hem tasavvuf ehli hemde bilim insanı olan Akşemseddin, zamanın önde gelen ilim insanlarından idi. 
Genç yaşta müderris tayin edilmesine rağmen onun aklı, Hacı Bayram-ı Velî’nin öğrencisi olmaktadır. Çünkü kendisini tanıyanlar ona şöyle diyorlardı: 
‘’Bu zahiri ilimler kalp ile gönül ile desteklenmezse olmaz. Zahiri ilmini mana ilmi ile akıl ilmini gönül ilmi ile birleştirmen lazım. Ancak o zaman tamama erer. Bunu da tek başına yapamazsın. Nasıl  zahiri ilimleri bir hocadan aldın, bunu da ehlinden alman lazım. Git de kendine bir mürşid bul" diyerek onu Ankara'ya Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerine yönlendirdiler. 
Bunun üzerine varır Hacı Bayram'ın kapısına. Orada çilesini doldurur. Eğitimini alır. Bunun yanında tıp ilimini de tamamlar. O yıllarda söyledikleri ile aslında mikrobiyolojinin babası sayılır ama kimse onu böyle anmaz. Nitekim onan 4 asır sonra Pasteur bu gerçeği dile getirir. 
"Elias John Wilkinson Gibb,’’History of Ottoman Poetry’’ adlı eserinde, Akşemseddin'in tıp alanındaki ilmini, Hacı Bayram Velî ile beraber olduğu yıllarda elde ettiğini kaydetmekte ve kendisinden âlim ve mübarek bir kimse diye söz etmektedir." 
Ruh hastalıklarını da tedavi ettiği bilinmektedir. Tıp bilimleri dışında başta İslami bilimler olmak üzere astronomi, biyoloji ve matematikte zamanın ünlülerinden olmuştur. 
Bunlar sonucunda Sultan II. Murat Akşemseddin ve hocası Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerini davet eder. Bu davete icabet edildiğinde II. Mehmet henüz beşiktedir. 
Bir gün sohbet esnasında Sultan II. Murad “Fetih bizlere müyesser olacak mı?” diye sorar.  
Hacı Bayramı Velî de “Siz ve biz bunu göremeyiz; ama fethi görmek şu küçük şehzade ile bizim köseye (Akşemseddin) nasip olacaktır” der. 
Fetihten sonra Fatih Sultan Mehmet padişahlığı bırakıp dervişi olmak istese de Akşemseddin Hazretleri buna izin vermez. "Senin salik olman değil malik olman lazım. Sen padişah olarak işini yap" der. Sonrasında Göynük'e döner. 
Akşemseddin, Fatih Sultan Mehmet’in fetihten sonra kendisine ödül olarak vermek istediği altınları ve imkânları kabul etmez ve Göynük kasabasına sadece sırtındaki cübbe ve başındaki kavuğu ile döner. Akşemseddin Göynük'te bir köşeye çekilerek öğrencileri ve kitaplarıyla baş başa kalır, Fatih'e yazdığı mektuplarda, Ona, yeni ufuklar açar. 
Birçok kitabın da yazarı olan Akşemseddin tasavvufi eserlerde  vermiştir. 
 Akşemseddin’dendirAkşemseddin’in nasihatlarından bazıları: 
Ey oğul! 
Her şeye besmele ile başla.   
Daima abdestli ve temiz ol. 
Kimseden incinerek sitem etme ve kimse de senden incinmesin. 
Kimsenin kalbini viran eyleme (yıkma). 
Kardeşine ulaşan nimete asla haset etme. 
Kimseyi kötüleme, yalan ve iftiradan sakın. 
Kardeşinin kusurlarını görme. 
Ananı ve babanı duadan ihmal etme. 
Dünya sultanlarının iltifatıyla sevinme. 
Dünyanın geçici sevinci sen oyalamasın. 
İhsan ve ikramın bol olsun, sadakayı ihmal etme. 
Sırlarını ifşa eyleme. 
Kendini başkalarına methiye eyleme. 
Bugünden yarının tasasını çekme. 
Sofradan düşen yemek, zenginliğe sebeptir. 
Daima edepli ol; ikram ettiğine de mütevazı ol. 
Dişini tırnağınla kurcalama. 
Evinde örümcek ağı olmasın. 
Elbisen üzerinde iken dikme. 
Allahü Teâlaya isyandan sakın ki hafızan ve zekân artsın. 
Sahipsiz mala elini uzatma. 
Ölümü aklından hiç çıkarma. 
   
Ruhları şâd olsun! 



Akşemseddin Hz. Türbesi

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

O VE BEN

O ve ben diye başlıyor kitap. ‘O ve Ben’… Kitabı okuyanlar görecektir ki kitapta Necip Fazıl'dan bir eser kalmamıştır. Yani Necip Fazıl bu kitabında O’nu ve kendisini anlatır. Asıl olanı kitabın sonunda görüyoruz ki zahiri Necip Fazıl'dan eser kalmaz ve yalnızca O kalır. Bir nevi  fenâ hali. ( burada fena olmak mevzusuna değindiğimiz yazının linkini kullanacağız) O diye hitap ettiği kendisinden bahsettiği kişi onun mürşidi, rehberi,  öğreticisi,  hocası olan Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleridir. Kitap, biyografi niteliğinde bir eser olup Necip Fazıl, kendi hikayesini, kendi ölçüsünü, kendi yaşamını anlatır. Bu yaşamı ise O’nun üzerinden anlatır. Çünkü O olmadan önceki hayatını yaşanmamış saymıştır.  “Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum  Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” Bir insanın gafletten uyanışı, kendini bilişi, kendine gelişi, kendinin farkında oluşu aslında o insanın bir doğumu hükmündedir.  Biz buna bir *‘Seyru sülûk’ hika...

Berât (ﺑﺮﺍﺋﺖ )

Berât  ( ﺑﺮﺍﺋﺖ   )  Enfâl Suresi 24. Ayet Sözlükte; temize çıkmak, aklanma anlamlarında kullanılır. Şaban Ayının on dördünü on beşine bağlayan gecesi  Berât  Gecesidir. Bu  gecede, Kuran -ı Kerim  Levh -i Mahfuzdan dünya semasına indirilmiştir. Buna inzal denmiştir. Kadir Gecesinde ise Efendimize parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denmiştir.    Bakın bu gece için İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri ne demiştir: Yazılır halkın berâtı gelince Berât Gecesi Ger hayâtı ger memâtı gelince Berât Gecesi Cennet kapısını açarlar âleme rahmet saçarlar Mümine hulle saçarlar gelince Berât Gecesi Mümin nârdan berî olur Hakk'dan yüce ihsân olur Kâfir nâre dâhil olur gelince Berât Gecesi Hakkı Hakk rızasını bulur her kim bu şeb namaz kılur Duâlar müstecâb olur gelince Berât Gecesi

HAFTANIN KİTABI

HIZIRLA KIRK SAAT “Dost ol kişidir ki, öldürülmesi muhakkak ve mukarrer olan gecede Peygamber-i Ekber’in yatağında yatar, O’na Şah-ı Velayet denir. Dost ol kişidir ki, Yar-ı Gar’dır. Kucağında mübarek bir emanet vardır. Bütün delikleri elbisesinden muhtelif parçalarla tıkar, son deliğe tabanını dayamıştır. Kucağındaki mübarek emanet, uyumayan uyanıklık içinde uyur görünmektedir. Oradan Ebu Bekr’i yılan sokar. Dost son deliğe tabanını, taban gibi görünen gönlünü uzatandır, gönlü ile orayı tıkayandır.”   Bir yolculuk kitabıyla tanıştırmak isterim sizi. Yerin altını ve üstünü, geceyi ve gündüzü, hüznü ve mutluluğu, Nil’i ve Atlantik bahrını, Batının korosu ve doğunun sahralarını içine alan ve yürümenin hiçbir şekilde izah bulmadığı bir yolculuk kitabı.   Üstad Sezai Karakoç bu kitabını yazarken kırk gün boyunca aynı çay bahçesinde aynı masada oturmuş, karşısında Hızır (a.s) ile bir muhabbete gark olmuştur. Karşısında Hızır (a.s) varmış ve onunla beraber bir yolcu...