Ana içeriğe atla

 

YARA

“Ölüm gelir. Engellenemez. Vakit-saat tamam olur. Can kuşu ten kafesinden uçar. Vücut soğur. Mezarlık ürkütür insanı. Son durak. Cenazenin defni ve atılan toprak. Topraktan geldik ve yine ona döndük. Bitti. Biter mi? Bitmez lakin ötesi meçhul. Onu ancak ölüler anlatabilir. Yani bilinemez. Bilinemeyen şey. En büyük gerçek. Gerçek üstü bir gerçek.

Ölen ölür yerinde bir boşluk kalır. Boşluk nedir?

Boşluk unutulan şeydir. Hatırlayanlar ancak unutanlardır. Hatırlar, iç çeker, gözyaşı döker ve yine unuturlar. Hiç unutmayanlara gelince. Onlar zaten ölmeden ölmüş, ölülerle görüşmüşlerdir. Ve sürekli görüşmektedirler.

Ölüm soyut, yara somuttur.

Ölüm soğuk, yara sıcaktır.

Yara yangındır, fırtınadır, kasırgadır. Yara kan, yara irindir. Yaraya bakabiliriz. Yaraya bakmak zor ama mümkündür. Yara acıdır, iniltidir, feryattır. Yaralı kangren olmuş bir bacaktır, deşilmiş bir karın, kopmuş bir kol olur.

Ama o yine de bir umuttur. Acıyla beslenen bir umut. Yarayı anlatabilir, yaralıyla konuşabiliriz. Yıkılan duvar yapılır, budanmış fidan yeşerir, kanayan yara iyileşir. Bunlar sabır ister, çile gerektirir. Geceler uzar, saatler yıl olur. Yaralının yanı başında duran, yaralıya yardım eli uzatan, onunla yatıp, onunla kalkan giderek yaralının gören gözü, konuşan sesi olur.

Bu merhametten, şefkatten, feragattan oluşmuş aşktır.

Yarayı aşk sağaltır.

Aşk inançtır, ufuktur, güçtür.

Aşk düşmüşü kaldırmak, açı doyurmak, susuza su vermektir.

Aşk yarayla yüzleşmektir.

Aşk usanmaz, şikayet etmez, yorulmaz, tükenmez.

Çıbanla kaplı ten, çıbanların mor ağzında oynaşan küçük beyaz kurtlar, yayılan iğrenç kokular, akıp

duran cerahat aşkı korkutamaz. Yaralıya bakan yaradan tiksinmez.

O duyarsız bir doktor, kesip-biçen bir cerrah, bir hızarcı, bir kasap değildir.

O meslekten biri değildir.

O bu işi yaparken ıslık çalamaz, sigara içemez.

Onun eli bir yaraya bir tahtaya dokunur gibi dokunamaz.

Bu yüzden sığayıp sildiği, temizleyip sardığı yara iyileşmeye yüz tutar. O bir ecza, bir merhem, bir ilaç değildir.

O bir dua,

O bir tebessüm,

O bir melek selamı gibidir.

Ölümden öteye yol yoktur, ölüme karşı durulamaz, her nefis ölümü tadacaktır, amenna. Ama yaralı…

Yaralı düştüğü yerde kan boşanan yarasını tuta tuta bize bakar. Kan akar, can azalır, yaralı sessizce bakar. Bu bakışa karşılık verenler, başını çevirip omzunu silkip gitmeyenler, neme lazım demeyenler, işte onların mutlaka bir kalbi vardır.

Kalp denilen şey göğüs boşluğundaki et parçası değildir.

O Hakk’ın tecelligâhı, adaletin menbaıdır.

O yaralı ruhtan ve gönül yarasından haberdar olandır.

O Lisan-ı hafî’den anlayan, o sessizlikten ses duyandır.

Fırtınayı ancak kalbi olanlar kucaklayabilir.

Affın adaletten üstün olduğunu ancak kalbi olanlar bilir.

Bilmek bulmaktır. Arayan bulur.

Dağ ne kadar yüksek olsa da onu aşan bir yol vardır.

Yolcular yoldan daha önce geçmiş yaralıların kanlı ayak izlerini takib ederek giderler.

Gidenler geri dönmez, her biri bir yıldız olur.”

 

Kalbi, yarayı, yarayla aşk arasındaki o muhteşem hasta-şifacı ilişkisini Mustafa Kutlu böyle anlatıyor “İlmihal yahut Arzuhal” kitabında. Gelin hep birlikte Mustafa Kutlu ne diyor, neyden bahsediyor öğrenmeye çalışalım.

Gerçek kalpten ve sahibinden bahsedelim biraz. Göğüs boşluğunda sadece et parçasından ibaret olmayan, Hakk’ın, İlâhi kudretin, İlâhi sırrın meydana çıktığı, göründüğü yerden. Gerçek kalp sahibi içtiği bir yudum suyu bile onun rızasını almak için içerse, etrafındaki insanların kalbinde O var diye yıkmaz, her nefesini onun için alır verirse işte o gerçek kalp sahibidir.

Evet insân-ı kâmillerde o kalp gerçekten tecelli yeridir. Çünkü onlar kalp aynasını parlatmışlardır.  Kalp aynası ne peki kısacık ondan bahsedip hemen konumuza geri dönelim.

“ Kalp aynaya benzetilmiştir. Temizlendikçe parlar, ilahi neşelerle o kalp ışık saçar, parladıkça başka akisler oluşur, an gelip ayna artık parlamazsa, bir de aynaya endişe ve hırs hâkim olursa her endişe bir is olarak o aynaya işler. Leke, leke üstüne;  is katmerlenir, Süleymaniye Camii'nin is odası gibi olur.” Diyor Sadettin Ökten.

O kalp sahipleri bir an bile Allah’tan gafil olmayıp, ‘gönlümüz her an sendedir Ya Râb!’ diye yaşarlar. Hûş der dem. Yani alınan her nefesin farkında ol, ve Haktan gafil olma, her nefesini Allah ile huzur ve uyanıklık içinde alıp ver.

Bir de koca Yûnus şöyle bahseder:

“Gönül Çalab’ın tahtı gönüle çalab bakdı

İki cihân bed-bahtı kim gönül yıkar ise”

Kalbi Allah Allah diye atmayan ve Yüce Allah’ını tanımayan kimse ölüdür. En büyük ve en güzel hizmet işte bu ölü kalbi diriltmektir. Her şeyin yok olacağı ve hiçbir şeyin fayda vermeyeceği günde insana fayda verecek olan sadece bu kalptir. Kalbe bu hizmeti vermeyen ve insanı edeplendiremeyen bütün hizmetler, sonuçta hezimettir. Hizmetin hedefi binaları değil, insanı süslemektir. Güzelleşmesi gereken ahlakımızdır. Her ibadet ve hizmetten sonra kalbimize yönelip kendimizi kontrol etmeliyiz. Bu ibadet ve hizmetin içinde iken kalbim ne kadar Allah’ı zikretti, ne derece gafletten uyandı ve hangi kusurlarını anlayıp istiğfar etti diye düşünmelidir.

Dikkat edelim Kur’an-ı Kerim de şöyle bir sesleniş vardır; “ Kalbi olan yahut işiten…” ne demek bu? Neye bu sesleniş? Biraz düşünelim.

O et parçası iyi olursa her şey iyi olur, kötü olursa da aynı şekilde her şey kötü olur diyor Efendimiz. Cümle enbiya, evliya, Hak aşığı hep bir ağızdan aynı şeye dikkat çekiyor. Allahu Teâlâ açık ve net ‘ben sizin kalplerinize bakacağım’ diyor. Ve yine şu etkileyici ayet-i kerime geçiyor: "...gözler kör olmaz, kör olan sinelerdeki kalplerdir..."

Masiva da kör olanın ahirette de kör olacağı bahsinde baş körlüğü değil bu körlük kastedilir.    

Bizde gizlenmiş bir Allah sesi var; ona kalp diyoruz. Onun yapısı ar­zu ve haset olan etle, zulüm ve kuvvet olan kemikten başkadır. Onla­ra büsbütün yabancı olan kalp, çok kere aşk ve hayranlıktır. Her adımda acılara ulaştırdığı için hayata dost olur. Bunca acının da yetmediğini, elemin elem doğurmasından sarhoş olduğunu söyler. Bazan da o merhamettir. Aklın nefretle nisyana attığını, unutarak bir köşe­sinde kararttığını her yâd edişte eriyen kalp değil midir? Geçmişte ya­şanan elemlerle aziz ve rahim olan da kalp değil midir? Akın dıştan tanıyanı içsel kaynaşma yaparak tanıyanla tanınanı aynı ışıkta birleş­tiren de kalptir. Pascal’ın dediği gibi, “kalbin öyle akılları var ki akıl onlardan hiç habersizdir.” Filhakika kalp ile tanıdıklarımızdan çoğu kere aklın haberi olmuyor. Akıl daha başlangıçta iken, kalp işini biti­riyor bile. Akıl bekliyor ki duyumlar alınsın, deliller toplansın, öncüllerden sonuç çıkarılsın. Tenkîd harekete geçsin; tercihler yapılsın; gerçekle zaruretin üzerinde durulsun. Kalp ise içten bir temas ve bir işaretle çoktan bu mesafeyi aşmıştır.

Diyordu, Merhum Topçu.

O’nun rızası yolunda, O’nun rızasını feth edip, gönülleri kırmayan, sırf orda Hakk olduğu için çabalayan kullardan olmak duasıyla İnşaAllah.

Selâmetle…

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

O VE BEN

O ve ben diye başlıyor kitap. ‘O ve Ben’… Kitabı okuyanlar görecektir ki kitapta Necip Fazıl'dan bir eser kalmamıştır. Yani Necip Fazıl bu kitabında O’nu ve kendisini anlatır. Asıl olanı kitabın sonunda görüyoruz ki zahiri Necip Fazıl'dan eser kalmaz ve yalnızca O kalır. Bir nevi  fenâ hali. ( burada fena olmak mevzusuna değindiğimiz yazının linkini kullanacağız) O diye hitap ettiği kendisinden bahsettiği kişi onun mürşidi, rehberi,  öğreticisi,  hocası olan Seyyid Abdülhakîm Arvâsî Hazretleridir. Kitap, biyografi niteliğinde bir eser olup Necip Fazıl, kendi hikayesini, kendi ölçüsünü, kendi yaşamını anlatır. Bu yaşamı ise O’nun üzerinden anlatır. Çünkü O olmadan önceki hayatını yaşanmamış saymıştır.  “Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum  Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum” Bir insanın gafletten uyanışı, kendini bilişi, kendine gelişi, kendinin farkında oluşu aslında o insanın bir doğumu hükmündedir.  Biz buna bir *‘Seyru sülûk’ hika...

Berât (ﺑﺮﺍﺋﺖ )

Berât  ( ﺑﺮﺍﺋﺖ   )  Enfâl Suresi 24. Ayet Sözlükte; temize çıkmak, aklanma anlamlarında kullanılır. Şaban Ayının on dördünü on beşine bağlayan gecesi  Berât  Gecesidir. Bu  gecede, Kuran -ı Kerim  Levh -i Mahfuzdan dünya semasına indirilmiştir. Buna inzal denmiştir. Kadir Gecesinde ise Efendimize parça parça indirilmeye başlanmıştır. Buna da tenzil denmiştir.    Bakın bu gece için İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri ne demiştir: Yazılır halkın berâtı gelince Berât Gecesi Ger hayâtı ger memâtı gelince Berât Gecesi Cennet kapısını açarlar âleme rahmet saçarlar Mümine hulle saçarlar gelince Berât Gecesi Mümin nârdan berî olur Hakk'dan yüce ihsân olur Kâfir nâre dâhil olur gelince Berât Gecesi Hakkı Hakk rızasını bulur her kim bu şeb namaz kılur Duâlar müstecâb olur gelince Berât Gecesi

HAFTANIN KİTABI

HIZIRLA KIRK SAAT “Dost ol kişidir ki, öldürülmesi muhakkak ve mukarrer olan gecede Peygamber-i Ekber’in yatağında yatar, O’na Şah-ı Velayet denir. Dost ol kişidir ki, Yar-ı Gar’dır. Kucağında mübarek bir emanet vardır. Bütün delikleri elbisesinden muhtelif parçalarla tıkar, son deliğe tabanını dayamıştır. Kucağındaki mübarek emanet, uyumayan uyanıklık içinde uyur görünmektedir. Oradan Ebu Bekr’i yılan sokar. Dost son deliğe tabanını, taban gibi görünen gönlünü uzatandır, gönlü ile orayı tıkayandır.”   Bir yolculuk kitabıyla tanıştırmak isterim sizi. Yerin altını ve üstünü, geceyi ve gündüzü, hüznü ve mutluluğu, Nil’i ve Atlantik bahrını, Batının korosu ve doğunun sahralarını içine alan ve yürümenin hiçbir şekilde izah bulmadığı bir yolculuk kitabı.   Üstad Sezai Karakoç bu kitabını yazarken kırk gün boyunca aynı çay bahçesinde aynı masada oturmuş, karşısında Hızır (a.s) ile bir muhabbete gark olmuştur. Karşısında Hızır (a.s) varmış ve onunla beraber bir yolcu...